Z Kuşağının Kaybolan Renkleri Üzerine

Bu ülkenin Z kuşağı diğer ülkelerde yaşayan nesildaşları ile benzer haklara, fırsatlara, özgürlük, güven ve eğitim ortamına sahipler mi?
Altın neslin değeri mi, ederi mi?

Z Kuşağı: yalnızca Türkiye’nin değil dünyanın geri kalanının da üzerinde çeşitli senaryolar ürettiği nesil. Potansiyel taşımadığına inanılan, umutsuz vaka olarak görülen, büyük hayal kırıklığı yaratması beklenen, küçük görülüp aşağılanan hatta hakarete varan onlarca tanımlamaya maruz kalan jenerasyon. Gelişmiş ülke toplumları onları “altın değerinde” görse de bizim gibi geri kalmış ülke demek yerine yumuşatarak “gelişmekte olan ülkeler” diye adlandırılan ülke toplumları onları sadece “eder” olarak görüyor. Nasıl itaat eder, nasıl biat eder, kaç oy eder? İtiraf etmeliyim ki Türkiye’de yaşayan ve zihni de kendi gibi lokal kalmış gruptan benim de çok büyük beklentilerim olduğu söylenemez. Peki neden bir beklentim yok? Bir potansiyel taşımıyorlar mı? Tüm bu iyi ve kötü tanımlamaları hak ediyorlar mı? Asıl soru şu: “Bu ülkenin Z kuşağı diğer ülkelerde yaşayan nesildaşları ile benzer haklara, fırsatlara, özgürlük, güven ve eğitim ortamına sahipler mi?”

Tüm bu soruları sorduktan sonra tam cevaba geçecekken araya bir reklam mutlaka girer. Biz de bu sevmediğimiz reklamlara söylenir dururuz. Üretmeden tükettiğimiz yılların reklam arasıdır işte bu nesil. Beğenmemekle kalmıyor söyleniyoruz da peki kendi reklamımızı verebileceğimiz ürünlerimiz var mı bizim? Hepsi yerli ve milli olan ama dünya pazarlarında alıcısı olmayan güzide ürünlerimizin mi reklamını vereceğiz?

Peki tüm bunlar onların suçu mu?

Elbette ki onların suçu değil! Bu zaten bir suç değil. Bu yalnızca tercihler silsilesinin getirdiği bir sonuç. Bu tercihleri ise onların dışında kalan herkes farkında olarak ya da olmayarak yaptı. Doğru sandıklarımızla, sahip olduğumuzu sandıklarımızla, oy sandıklarımızla… Dürüst olalım bu işte hepimizin parmağı var. İnsanın yaptıklarından ötürü suçlu bulunması ya da kahraman ilan edilmesinin yanı sıra bir de böyle bir açmazımız var.

Bugün yaptığımız ve yapmadığımız her şey bizden sonrakiler için yeni yollar çiziyor. Kimi çamurdan geçilmeyen, kimi kır çiçekleriyle bezeli, kimi asfalt dökülmüş yollar. Tüm bunların tek sorumlusu ise bizler ve bizden öncekiler.

Bir dünya bırakın biz çocuklara…

Y kuşağı çocukları bu şarkıyı coşkuyla söylerdi. Özel bir gün ya da tören olmasına da gerek yoktu çünkü içten içe hep bir umut besliyorlardı geleceğe dair. Daha güzel yarınlara inançla… Kendilerinden önceki kuşaktan teslim aldıkları pek güzel bir şey olmasa da daha güzel bir dünya bırakmanın sorumluluğunu duyuyorlardı ufacık omuzlarında. Şüphesiz kendilerinden önceki nesil de aynı sorumluluğu duymuştur. Ancak yaratmak istedikleri güzel yarınların moloz yığınlarının üzerine bina inşa etmekten farkı yoktu. Yine de Türkiye yer çekimiyken biz hayallerimize helyum gazı dolduruyorduk.

Şimdi geldik nakarata. Burayı hep birlikte söylüyoruz.

Bize altın tepsiyle sunulan bir şey olmadığı için canımızı dişimize takıp almaya çalıştıklarımızı bile çalan, bize hak görmeyen sistem dedikleri şeyin mağdurları şimdi geçmişimizi unutmuş geleceğimize saldırıyoruz. İşimize geldiğinde “Senin geçtiğin yollardan ben de geçtim!” derken şimdi onların yaşadığı zorluklarda hiç oralı olmuyoruz. O mahalleden taşınmış olabilirsin ama unutma; dizindeki yara izi o mahallenin hatırası hâlâ.

Bu toprakların bir kayıp nesle daha ihtiyacı yok.

Yeni aldığı evin kredi borcunu düşünen, çocukların okul taksitlerini dert eden, düğün masraflarını hesaplayan, asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışan insanlara sesleniyorum. İhtiyacımız olan olduğumuz yerden kalkıp bir adım sağa, sola, öne ya da geriye gitmek. Yani ufacık da olsa kıpırdamak. Konfor alanı denen şeyin içinden sıyrılmak, üzerimize kürek kürek atılan ölü toprağını silkelemek, varsayımlarımızdan ve korkularımızdan kurtulmak, kaybedecek her şeyimizi zaten kaybettiğimizi artık görmek, hala iyi durumdayım yanılgısından kurtulmak, yeni bir başlangıcın tohumlarını avuçlarımızda hissetmek, mutsuz insanlar güruhu olduğumuz konusunda hayıflanmayı bırakıp bir tebessüm etmek.

Kabul etmeliyiz ki çocukları özel okullara gönderiyor olmamız ya da her ilde bir üniversite olması ona iyi bir eğitim ortamı verildiği anlamına gelmediği gibi hiçbir şeyine karışmıyor olmamız da özgür oldukları anlamına gelmez.

Onlara bir cennet bahçesi verelim demiyorum. Cennet bahçelerini hayal etmelerini sağlayalım yeter. Hayalini kurduğumuz güzel günlerin temellerini geçmişimizle ve bugünümüzle el ele vererek atabiliriz. Bugün geç değil ama yarının geç olup olmadığına beğenmediğimiz nesiller karar verecek. Tarihimizle övünmeye biraz ara verip artık daha iyi bir tarih yazmamız gerekiyor. Sizden öncekilerin yaptıklarını yapıyorsanız sizden sonrakiler de aynı şeyleri yapmak zorunda kalacak.

Z kuşağının kaybolan renkleri!

Bugünün gençleri, yarınların potansiyel sorumluları! Bu coğrafya size hak ettiğiniz değeri verememiş olabilir bunun için üzgünüm.

Özünüzü yitirmekle, sorumsuz olmakla ve başarısızlıkla itham edilmeye devam edileceksiniz bu kaçınılmaz görünüyor. Dünyanın acımasız bir yer olduğunu söyleyip bu zorlu dünyada size yol göstermeye cesaret edemeyecek insanlar tanıyacaksınız. Kulak asmayın! Evinizden dışarıya çıkın, tüm şehri, tüm ülkeyi sonra tüm dünyayı dolaşmayı deneyin. Ancak o zaman dünyanın ötesine varacak gücü bulacaksınız. Eksik bulduğunuz her ne varsa problemi kabul edin ve çözüm siz olun. Kestirme yollar aramayın zira sizi istediğiniz yere götürecek olan engebeli yollardır. Bir yere kök salmak için acele etmeyin. Kök salmaya başladığınızda ise bırakın insanlar gölgenizde piknik yapsınlar, çocuklar dallarınıza salıncak kursunlar. Ait olduğunuz mahalleden taşınsanız bile ara ara uğramayı ihmal etmeyin, biriktirdiğiniz tüm kıymetleri bu topraklara ekin, bakarsınız bir gün yağmur da yağar. Belli mi olur, belki bir gün dönmek istersiniz dizinizdeki yara ile mahallenize.

Share